Hayat Varsa Umut da Vardır; Stephen Hawking’in İlham Veren 5 Aforizması

Stephen Hawking modern dünyanın Albert Einstein’ıydı. İnsanlığı ilerletmek için büyük çaba harcadı. Ölümcül hastalığına rağmen üretken bir yazar, bilimadamı, konuşmacı ve popüler kültür insanıydı. Bilimi herkesin anlayabileceği, herkes için ulaşılabilir bir hale getirmeyi hedefledi. 14 Mart 2018’de 76 yaşında vefat edene dek mücaledesini sürdürdü…

Bilim dünyasının en dâhilerinden biri sayılan Stephen Hawking’den öğrenebileceğimiz çok şey var. Hayata bakış açısı ,yaşayışı, başarıları ve bu yolda veda ettikleri…

Belki sizler de bu sözlerin altında yatan derin anlamları sorgular ve böylesine bir dehanın bizlere neler anlatmak istediğini daha iyi kavrarsınız.

“Sessiz insanlar en gürültülü zihinlere sahiptir.”

Stephen Hawking 1960’ların başında 21 yaşındayken tedavisi olmayan Amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığına yakalandı. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking’i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti. Ünlü bilim insanı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyordu.

Konuşmak istediği anda, elindeki elektronik aleti sıkarak, sandalyesine bağlı özel bilgisayarının ekranına, dakikada ortalama 10 kelimeyi sıralayabilmekteydi. Bu sessiz konuşan dehanın, özel bilgisayarının hafızasında yaklaşık 2600 kelime bulunmaktaydı. Böylece herhangi bir kelimeyi söylemek istediğinde ekrana yazabiliyordu. Sağlıklı insanların konuşmalarında kullandığı kelime sayısı da 2500 civarındadır. Dolayısıyla Hawking, duygularını ifade etmede kelime sıkıntısı çekmiyordu.

“21 yaşına geldiğimde beklentilerim sıfıra inmişti. Ondan sonra olan her şey bonus oldu.”

Kuşkusuz doktor bile “Çok yaşamazsın” dese, biz çok geçmez ölüveririz. Onunki yaşamaya mı heves, dünyada kalıp yapmak istediklerine mi büyük bağlılık bilmiyorum. Kim bilir, belki hepsi birden.

Stephen Hawking 8 yaşına kadar okumayı tam öğrenemedi. Stephen 8 yaşındayken, Londra’dan 20 mil uzakta bulunan St. Albans’a yerleştiler ve 11 yaşındayken de St. Albans Okulu’na kaydoldu. Başarılı bir öğrenci değildi, genelde kötü notlar alıyordu. Çok çalışarak notlarını orta seviyeye çıkardı; ama daha fazlası hiç olmadı. Buna karşın çok zeki olduğu su götürmez bir gerçekti.

Onun derslerde gözü yoktu. Sadece Matematik ve Fizik derslerine ilgiliydi. Biyolojiden ise nefret ediyordu. Ona göre çok belirsiz, çok ezberli bir dersti. Çevresinde gördüğü her eşyanın çalışma mekanizmasını incelemek daha mantıklıydı. Çocuk yaşlarını eşyaların nasıl çalıştığına duyduğu merakı geliştirmekle geçti. İşte bu sebepten ona “Einstein” takma adını takmıştı. Geleceğin dâhisi olduğu bugünlerden kabul görmüştü.

Eşyaların çalışma düzeni, okul hayatı derken zaman geçti ve üniversite zamanı geldi çattı. Stephen, Oxford Üniversitesi’ni burslu olarak kazanmıştı…

Kendi sözleriyle anlatmak gerekirse, Oxford’un her santimi için tembel bir öğrenciydi.

“Bir, ayaklarınız altına değil, yıldızlara bakmayı unutmayın. İki, çalışmayı asla bırakmayın. Çalışmak size bir anlam ve amaç verir, bunlarsız bir hayat boştur. Üç, eğer aşkı bulacak kadar şanslıysanız, onun da olduğunu hatırlayın ve başınızdan atmayın.”

Stephen, 1973’te, Gökbilim Enstitüsü’nden ayrıldı ve Uygulamalı Matematik ve Kuramsal Fizik Bölümü’ne geçti. 1979’dan sonra da, Matematik Bölümü’nde “Lucasian Matematik Profesörü” oldu.

Bu özel bir profesörlüktü. Çünkü bu birim, 1663’te üniversite parlamento üyesi “Henry Lucas” tarafından kurulmuştu. İlk olarak Isaac Barrow, ardından da 1669’da Isaac Newton’a verilen bu görev sırasında Stephen Hawking, evrenin temel prensipleri üzerine çalışıyordu.

Bu çalışmalarının sonunda, “Roger Penrose” ile birlikte “Einstein”in uzay ve zamanı kapsayan “Genel Görelilik Kuramı”nın “Big Bang” ile başlayıp karadeliklerle sonlandığını göstermişti. Bu sonuç ise, Genel Görelilik Kuramı ile Kuantum mekaniğinin birleştirilmesi gerektiğini doğruluyordu.

Öyle veya böyle, bizler tamamen kendi kendine yeterli ve bir başlangıcı veya bir sonu olmayan bir evrende yaşadığımıza inanıp inanamayacağımızı birkaç yıl içerisinde öğrenmiş olacağız.”

Bu birleşmenin bir sonucu da, karadeliklerin aslında tamamen kara olmadığı, ancak radyasyon yayıp buharlaşıyor ve görünmez oluyorlardı. Bir diğer sonuç da, evrenin bir sonu ve sınırı olduğuydu. Bu da eklenince, demek oluyordu ki, evrenin başlangıcı, tamamen bilimsel kurallar çerçevesinde meydana geliyordu.

Stephen Hawking’in bu buluşu, yirminci yüzyılın ikinci yarısının en büyük buluşlarındandı.

Hawking, doktora tezini “Genişleyen Evrenin Özellikleri” olarak adlandırdı. Temelde büyük patlamadan başlayarak evrenin matematiksel olarak nasıl yaratılabileceğini açıklamaya çalıştı.

Tezini internette erişime açığında, yayınlandığı web sitesi yoğunluktan ötürü çöktü.

“Birisi bir daha size hata yapmanızdan şikayetçi olursa, ona bunun iyi bir şey olabileceğini söyleyin. ‘Ne sen, ne ben hatasız bir şekilde varoluruz.’ deyin.”

Stephen, Jane Wilde ile tren istasyonunda tanıştı. Henüz birer genç üniversite öğrencisiydiler. 1964’te Stephen’in tedavisi olmayan hastalığı teşhis edildiğinde, hemen evlendiler. Gençliklerinin duygusallığı ile verdikleri bu kararı yıllar sonra ikisi de kendi gözünden açıklamıştı. Jane, “Stephen’in ne kadar yaşayacağını bilmiyorduk” demişti. Stephen ise, Jane ile olan evliliğini “bir dönüm noktası” olarak değerlendirmişti.

1967’de bu iki çılgın gencin Robert adını verdikleri bir oğulları, 1970’te de Lucy adını verdikleri bir kızları dünyaya geldi. 1979’da bir çocukları daha olmuştu. Stephen’in giderek artan şöhreti çiftin üzerinde inanılmaz bir baskı kuruyordu. Hastalığının getirdiği zorluklar da üzerine tuz biber oluyordu. Üç çocuktan sonra Jane ve Stephen 1991’de ayrıldı.

Hayatı, Jane ile yaşadıkları “The Theory of Everything” (Her Şeyin Teorisi) adı verilen bir film ile 2014’te beyaz perdeye taşınacaktı…

“Biz, oldukça ortalama bir yıldızın ufak bir gezegeninde ki gelişmiş maymun türleriyiz. Fakat evreni anlayabiliyoruz. İşte bu bizi çok özel kılıyor.”

Stephen Hawking’in en büyük hayallerinden biri terimlerden ve karmaşadan uzak, halkın anlayabileceği şekilde konuşma diline sahip bir fizik kitabı yazmaktı.

1988 yılında çıkan “Zamanın Kısa Tarihi” adlı kitabı bu amacının eseridir.

Konu hakkında en ufak bilgisi dahi olmayan meraklıların anlayacağı dilden anlatılmış evren, zaman gibi konulara güzel benzetmelerle basitleştirilmiş, fizik hakkında mutlaka okunması gereken kitaplardan biri olan Zamanın Kısa tarihi yayınlandığı dönemde büyük ses getirdi.


 

Bir cevap yazın